Salı, Nisan 03, 2012

Bir Tekne Doğuyor


Herşey Bodrum Milta Marina'da bir akşam üzeri, dolaşıp gezerken ve pantonlara bağlanmış birbirinden güzel teknelere bakarken başladı. 2009 yazında, 39 feet Beneteau Cyclades modeli ve Melody isimli teknemin basit bir yelken ve genoa tamiratını halletmek için Marina'ya bağlanmıştım. Yaz sıcağında, çevredeki diskotekler, klüpler, hareketli gece hayatı nedeniyle çok gürültülü olan ve bana kabus gibi sıkıntılı gelen bu ortamda iki gün geçirmek zorunda kalmıştım. Yelken ve arma konusunda bana her zaman büyük yardımları olan Selda Algon'un tavsiyesi üzerine akşam üzeri Hüseyin Çepni'yle buluştuk, teknemde gerekli tamiratı yaptıktan sonra kokpitte çay-kahve eşliğinde sohbete başladık, tabii ki konu yelkenli tekneler ve deniz olmuştu...

Teknemi iki yıl önce Fransa'da teslim almış, ailem ve kuzenlerimle birlikte Akdeniz'i batıdan doğuya doğru geçerek Türkiye'ye getirmiştim. Fransa'nın güneybatısındaki Groissan isimli küçük bir sahil kasabasından teslim aldıktan sonra yola çıkabilmek için eksiklerini tamamlamış, tüm Güney Fransa sahilini doğuya doğru geçtikten sonra Korsika adasının güneyindeki Bonifacio'ya uğramış, Roma, Capri Adası, Messina Boğazı, Adriyatik Denizi, Kefalonya, İon Denizi, Korint Kanalı ve Ege'yi doğuya doğru geçerek Bodrum Turgutreis'e hiçbir önemli bir sorun yaşamadan ulaşmıştım. Bu gezi ayrı bir yazı konusu olduğu için şimdi fazla girmiyorum, "Fransa'dan Türkiye'ye Yelken Açmak" isimli yazı dizisini okumak için linkin üstüne tıklayabilirsiniz.

Bizi ailecek uzak denizlerden emniyetle taşımış olan ve her zaman mutlulukla gezdiğimiz Beneteau teknemi aslında çok beğeniyordum, onu "kayık" değil, "gemi" olarak görüyordum. Kimbilir, belki de dedikleri gibi kuzguna yavrusu şahin gibi görünürmüş gerçekten...

Hüseyin gerçekten çok tecrübeli bir denizciydi, bana bir sürü hikayesini ve daha önce neler yaptığını anlattı ve değişik teknelerin onun da ilgisini çektiğini söyledi, bunun üzerine marinada bir akşam üzeri gezintisine çıktık. Her pantonda nadiren bulunan, gerçekten çok güzel ve özene bezene yapılmış yelkenli yatlar hakkında konuşmaya, onların ne kadar "denizci", "gezginci" ya da "yarışçı" olduğuna dair fikir yürütmeye başladık.

Çevrede gördüğümüz tüm seri üretim markaların yeni modellerinin aft kokpitli olduğu - Akdeniz için belki uygun - ancak bu tür tekne yapısının kıç yatak odasını basıklaştırarak alçak tavanlara neden olduğundan bahsettik. Dümen ve navigasyon ekipmanlarının tamamı kokpitte olduğundan tekne salonuna ve kaptan masasına herhangi bir nedenle inildiğinde etraftan kopmak son derece büyük bir olasılık. Ben de herhangi bir acil durumu anlamak ya da bir şeye müdahele etmek için aşağıdan kaç kere koşarak yukarı fırladığımı (ve sağa-sola çarptığımı) hatırladım bu arada... Seyir esnasında başka bir tekneyle yaklaşıp çatışma riski bir an meselesi. Aslında yatlarda bu "aşağı" ve "yukarı" kavramlarından kurtulmanın iyi bir yolu var : Pilot House, yani Türkçesi Üst Bina yapmak.

Teknemde bir ön kamara var, plandaki yer darlığındaki zorlama nedeniyle teknenin burnuna iyice yaklaştığı için zincirlik kapağının altına doğru girmiş ve orada iki kişilik üçgen formdaki yatağın ayak ucu otuz santimetreye kadar küçültülmüştü. Kıçta ise iki simetrik kamara vardı. Genişlik olarak kurtarsa da üstteki kokpitin daha yüksek yapılamaması yüzünden tavanları bence çok basık ve hacimleri de haliyle küçüktü. Teknedeki kamaralardaki yatakların ortak özelliği, yatarken başınızı kapıya doğru vermek zorundaydınız, bu da bir kişi yatarken diğer kişinin yatağa ayakucu değil, başucundan girmesini gerektiriyor ve rahatsızlık yaratıyordu. Tabii ki yelken ve deniz aşkına insan bunlara kısa bir süre katlanabilir, ama konu süreklilik arzedince iş biraz değişiyor.

Salondaki yemek masası, istendiğinde ayakları değiştirilerek düzeyi düşürülerek yatağa dönüşebiliyor ve iki kişinin daha yatmasına olanak veriyor. Teknede iki kişilik 3 kamara zaten var, iki kişiyi de salonda yatırdık, oldu 8 kişi, oh ne ala! Tekne kiralayan birisi olsaydım bu çok işime gelirdi ama gerçek hayatta su, elektrik ve WC kullanımı  kısıtlılığı nedeniyle teknede aile olarak yaşayan 2-3 kişi yetip de artıyor bile.

Birdenbire sevgili teknemin planının charter için, kısa zaman-çok kişi kullanımı düşünülerek yapıldığını ve içinde sürekli yaşadığım takdirde bu planın beni rahatsız edeceğini hissettim ve Hüseyin'le vedalaştıktan sonra o akşam üzeri, planı sürekli yaşamaya daha uygun olan "yeni bir tekne"ye sahip olabilir miyim diye düşünmeye başladım.

Beneteau teknemi satın alırken sadece parasını ödeyerek, yapımıyla hiç uğraşmadan kullanmayı düşünmüş ve bunu da biraz ödeyerek, biraz banka kredisine girip borçlanarak gerçekleştirmeyi başarmıştım. O günün şartlarında parasal imkanlarımla alabileceğim en güzel tekneyi satın aldım. Zaten çok güzel bir teknem varken yeni bir tekne almak, yapmak, yaptırmak fikri o an için mantıksız ve çok ulaşılamaz gibi görünse de planı kendimce sorgulamak için kolları sıvadım, geçtim AutoCad'in başına...

Mimarlıkla uğraştığım ve şantiyelerde çalıştığım yıllarda zaman zaman olmayan arsamda olmayan bir evi, villayı tasarlar, planına, kullanacağım malzemelere ve emeklilikte nasıl yaşayacağıma dair hayaller kurardım. Gene aynı şeyi yapıyordum, ama bu kez konu hayali bir ev değil, yüzen bir tekneydi.

2 yorum:

  1. "Bir Tekne Doğuyor-Melody II" yi okurken, benim henüz hayalini kurduğum bir sürecin çok daha ilerisinde olduğunuzu görüp size gıpta etmeden edemedim. Ve düşündüm... satırlarınızı okurken. Sanırım hemen tüm yelkenciler benzer duygular ile başlıyorlar yola. Kabı dar geldiğinde insana...yaşamsal bir ihtiyaç olduğunun ayrımına vardığında ya da...Umarım hayalinizdeki yelkenliye sahip olur ve hayalinizdeki rotalara yelken açarsınız. Bu sayfalarda bizlerle paylaştığınız yolculuğunuzu, yaşadıklarınızı ve tecrübelerinizi yazmaya devam ederseniz eğer, ben de keyifle okuduğum satırlarınızı izlemeye devam edeceğim mutlaka. Puruvanız Neta, Dümeniniz Viya Olsun...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuza teşekkür ederim, ben de yazdıklarınızı ilgiyle okuyorum...

      Sil